Çağımızda
Bir Halk Şairi
Aşık Veysel
Ben giderim
adım kalır
Dostlar beni
hatırlasın
Düğün olur
bayram gelir
Dostlar beni
hatırlasın
Halk şiir
geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir köydür«
diyordu Sabahattin Eyuboğlu. Ona göre Veysel halkça düşünüp halkça konuşuyordu.
Onun için herkes sevdi Veysel'i.
Bütün
çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık
gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü'nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül
ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana
geliyordu...
1894 yılının
Mayıs ayı. Sivas'ın Sivrialan köyünde bir ilkbahar günü... Her taraf yeşil
otlara bezenmiş. Havada bir top bulut koşuşturup duruyor ancak yağmur yağacağa
benzemiyordu.
Köylü
sağancılar sütlerini sağıp helkeyi bir kenara bırakmışlardı. Arta kalan süt
için de kuzular sürünün içine bırakılmıştı. Bir yandan da anasından
ayrıldıkları için kuzular sütleri dökmesin diye çare aramaktaydılar.
İşlerini
bitiren sağancıların bir bölümü köyün karşısındaki tepecikte toplanmış yerde
yüzükoyun yatan kadına bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. "Kurtuldu
anam" diyordu birisi. Gülizar Kadın böyle bir günde koyun sağmaktan
dönerken doğurmuştu Veysel'i. Sivas'ın Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan
Köyü'nde...
Osmanlı
Devleti'nin Avrupa'ya paçayı kaptırdığı, kurtulması güç bir hastalığa
yakalandığı dönemlerdi. Bir yüzü kayalık, bir yüzü ormanlarla kaplı bir dağ
vadisinde dünyalı olmuştu Veysel. Bu dağ köyünün adı Söbalan'dı. Alanın orta
yerinde bulunan küçük bir tepecikten dolayı sonra Sivrialan denmişti.
Sivrialan'ın
tarihi çok eskilere dayanmıyordu. Veysel'in dedeleri de bu köye ilk yerleşen
ailelerdendi. İlkin üçbeş haneli iken ikiyüz haneye ulaşıvermişti Söbalan. İlk
göçenler sonra gelenlere de yer yurt vermişti Söbalan'da...
Peki neydi
bu göç? Bu insanların dağ vadisinde işleri neydi? Ve hangi üretimle ne
kazanacaklardı bu insanlar?
Kuyucu Murat
Paşa'nın kıyımından canlarını kurtaran Kızılbaş Türkmenler, çorak mı, sulak mı
demeden kuş uçmaz kervan geçmez yerlere göçetmişlerdi. İşte Söbalan da
bunlardan birisiydi.
Bu alevi
kıyımının ne ilki ne de sonuncusu idi. Osmanlı yönetiminin çeşitli dinlere
göstermiş olduğu hoşgörü nedense Alevi toplumuna çok görülmüştü. Veysel'in
ailesi de böyle bir Osmanlı kıyımından kurtulup Söbalan'a yerleşenlerdendi.
Anadolu'nun aleviler açısından kaderi de hep bu olmuştu.
Şah Turna,
Mevlüt İhsani, Ali Işık ve Ruhani gibi Veysel'in dünyası da çocuk yaşta
kararmıştı. Yedi yaşında iken bir çiçek hastalığı salgınında sol gözü kör oldu,
sağ gözüne perde indi.
Geçmişiyle
yetişen, geçmişin öykülerini yaşantılarını dinleyerek büyüyen Veysel, Birinci
Dünya Savaşı'nın çıktığı yıllarda da delikanlılığının baharındaydı.
Onun dünyaya
geldiği Sivrialan kıraç, verimsiz topraklara sahipti. Dünya ile bağları kesik
insanlarına burada üretilen şeyler kıt kanaat yetiyordu. Yeten de neydi ki?
Hamur, bulgur, ve bunlardan yapılan yemekler... Çay ve şeker lükstü.
Sivrialan
Köyü'nde yaşayan insanlar yine de birbirlerine en güzel dayanışma örneğini
veriyor ama Anadolu'nun birçok yeri gibi ilkel yaşam burada da yaşanıyordu.
Karasabanla çift sürülüyor, kağnı, döven koşuluyor, yaba ile tığı savruluyordu.
Her evde bir
çift koşumluk öküz beslenirdi. Söbalanlılar aydınlanmak için gaz lambası
yakıyorlardı. 1950'li yıllarda köyde birtek radyo vardı. Herkes bu radyonun
başına toplanır, haber dinlenirdi.
Derenin
karşısında, tahta barakadan yapılmış bir okulları vardı. Yağmurlu havalarda
sular kabarınca kimselerin giremediği bir okuldu bu.
Köye gelen
aşıkların, dedelerin ayrı bir yeri vardı köy yerinde. Onlar gazetelerin
haberlerini okur, köylülere hükümetin çalışmalarını, partilerin durumlarını
anlatırlardı. Köyde büyük bir odada toplanır, saz çalınır, semah dönülür ve cem
yapılırdı. Veysel de bu toplantılara katılır, dinlerdi.
Veysel'in
çiftçi olan babası Ahmet oğlunun bu tutkusundan etkilenip hem de avunsun diye
O'na bir saz satın almıştı. Tanıdıklarından Çamşıklı Ali adlı halk ozanı
Veysel'e saz çalmayı öğretti. Veysel kısa sürede sazı öğrendi, özellikle köye
gelen aşıkları dinleyerek bilgisini arttırdı.
Sivrialan
Köyünde altı ay üretim yapılırken, altı ayda da tüketilirdi. Eli kazma tutanlar
yaya olarak üç ay gibi bir sürede Çukurova'ya, Adana'ya ve Mersin'e çalışmaya
gider, para kazanırlardı. Devletin köylüyle olan ilişkisi asker ve vergi
almaktan öteye gitmiyordu. Köydeki kültür alışverişi askerden gelenler,
Çukurova'dan dönenler, aşıklar ve dedelerdi. Onların bıraktığı kültürden arta
kalanlarsa salt günlük konuşmalardı. Bu koşullar Sivrialan'dan bir Aşık Veysel
çıkartmaya yeterlimiydi ya da Aşık Veysel nasıl oldu da Aşık Veysel olmuştu?
1919'da
ailesi onu Esma adlı bir kadınla evlendirmişti. Güzel bir kadındı Esma. Sekiz
yıl evli kaldılar. Veysel'in kıskanması rahatsız edince Esma komşularından
Hüseyin isimli bir delikanlıyla kaçtı. Esma'ya göre gönülsüz bir evlilikti bu.
Veysel ise kıskanç ve huysuzdu ama sevmişti Esma'yı...
Karısı
kaçınca günlerce yemeden, içmeden kesilmişti Veysel. Ne yapacağını bilemiyordu.
Kapı komşularından arkadaşı Kürt Kasım, bir gün Veysel'e "gel seninle
Zara'ya gidelim, orası benim memleketim, akrabalarım var, rahat ederiz"
deyince Veysel bu teklifi kaçırmadı. İlk kez Sivrialan'ın dışına çıkacaktı.
Kültürel
ilişkileri sınırlı, o kapalı daracık dağ köyünden çıkış Veysel için yeni bir
adımdı. Gözlerinin görmemesi, istediği şeylerden yoksun kalışı, beynini ve
hayal dünyasını geliştirmişti. Duyduğu her şeyi kafasına yerleştirmeye
çalışırdı.
Kendisiyle
alay eden köy çocuklarıyla tartışmak, onlardan aşağı kalmamak için bütün
zamanını öğrenmeye ve kendisini topluma kabul ettirmeye ayırıyordu. Köye gelen
ozanları iyi dinleyerek, onlardan bir şeyler öğrenmeyi ilke edindi.
Veysel'in
yaşadığı çevre de Emlek diye anılıyordu. Şarkışla'ya bağlı bir dağ köyü ve
Kızılbaş Türkmenlerinin yaşadığı bir yöreydi Emlek. Bir ozan yatağıydı.
Veysel'den önce birçok ozan burada yaşamış ve Veysel'in yaşıtı olan büyük
ozanlar hep bu köylerden çıkmıştı.
Agahi,
Kemter, Aşık Veli, Aşık Hüseyin, Ali İzzet, Devrani, Aziz Üstün Talibi,
Veysel'le zamanla dostluk kuran büyük ozanlardı. Sivrialan Köyünden Molla
Hüseyin, Ali Özsoy Dede, Hıdır Dede hepsi ozan ve öğretici aydınlardı.
Hıdır Dede
babadan kalma dedeliğini geliştirmiş, pek okuma yazması olmamasına karşın iyi
saz çalıp türkü söylerdi.Veysel'in en çok ve zevkle dinlediği de Hıdır
Dede'ydi. Molla Hüseyin ise zaten saz ustası olup Veysel'e ilk sazı öğreten
yörenin aydınlarından birisiydi. Ali Özsoy Dede de hem arap harflerini hem de
latin harflerinden okuyup yazan aydın bir dedeydi.
Aşık
Veysel'le yakın arkadaş olup bilgi alışverişinde birbirlerine çok şeyler
öğretmişlerdi. Agahi, Aşık Veli, Kemter ise Veysel'den önce yaşamışlardı.
Aşık
Veysel'in yakın arkadaşı Aşık Hüseyin, yörenin en güçlü ozanlarındandı. Otuz
bir yaşında ölmesine karşın ardında güzel şiirler bırakmıştı. Yörenin bazı
ozanları onun şiirlerini topluma kendileri söylemiş gibi sunmaya çalışmışlardı.
Ali izzet ve Devrani, aşık Veysel ile aynı köyden olup yakın arkadaştılar. Aşık
Veli ise Veysel'i en çok etkileyen ozanlardandı. Yörede adını duyurmamış nice ozan
vardı ki hepsi de Aşık Veysel'le dost ve arkadaştılar.
Bu ozanlar
Türkiye'nin çeşitli bölgelerini gezip görmüş, türkü söylemişlerdi. Aşık Veysel
ise Sivrialan'dan dışarı çıkmamış, usta malı söyleyen, sesi güzel, güzel saz
çalan kendi halinde bir ozandı. Veysel'in Kürt Kasım'la Zara'ya gitmesi
birdenbire ufkunu değiştirmişti. Köyünden farklı şeyler hissetmesi ve ilk
şiirlerini yazıp saz çalmasında Kürt Kasım'ın rolü büyük oldu.
1921'de
anasıyla babası da ölünce Veysel yalnız kaldı. Kendini şiire ve saza veren
Veysel önce karısı Esma'ya şiirler yaktı. Sonra dünyada daha güzel kadınların
da varolduğunu anlayıp Esma'yı hem çok sevdiğini hem de ondan daha güzellerin
olduğunu belirterek bunu dile getirdi:
Güzelliğin
on par-etmez
Bu bendeki
aşk olmasa
Eğlenecek
yer bulamam
Gönlümdeki
köşk olmasa
Zara gezisi
Veysel'in ilk gezisi olmasına karşın ufkunun da çok açık olacağını belirleyen
bir gezi olur. Hem türkülerini rahatça çalarak söylediği hem de kendisine
ikinci bir evlilik getiren yer olur Zara.
Zara'da Yalıncak
Baba diye bilinen bir türbenin işlerine bakan Gülizar Ana'yla evlendirilir
Veysel. Artık Esma'nın sadece aşkının kalıntıları vardır Veysel'de. Giden
gitti, bir daha dönüşü yoktur. Bu bilinçle kendisine bir yol çizer Veysel. Bu
yol Veysel'i Sivrialan Köyü'nden evrensel bir boyuta ulaştırır. Bu evrenselliğe
ulaşmanın başlangıç tarihi de 5 Ocak 1931'dir.
Sivas'ta
Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer'in öncülüğüyle bir Aşıklar Bayramı
düzenlenmiştir. Bu bayrama Veysel'de çağrılır. 3 gün 15 aşık saz çalıp türkü
söyler. Veysel derece alır. Ahmet Kutsi Tecer'in dikkatini çeker. Ahmet Kutsi
Tecer Veysel'e "Halk Şairi" belgesi verir. Bu belgeyi alan Veysel
çocukluk arkadaşı İbrahim'le birlikte yaya olarak Adana, Mersin, başta olmak
üzere birçok vilayeti dolaşır.
Seferberliğin
bitimiyle ülkede yeni bir yapılanma hareketi başlatılmış, Mustafa Kemal'in
geliştirdiği fikirler adım adım uygulanmaya konmuştu. Veysel de bu yeni ülkeyi
gezip yaşayarak tanımakta, O'nun inkılaplarına manevi bir destek verip
türkülerinde dile getirmektedir. Cumhuriyet'in 10.yılı dolayısıyla yazdığı şiir
"Atatürk" adını taşır. Nahiye Müdürü yazdırdığı bu şiiri beğenerek
onu Ankara'ya ulaştırmasını söyler. Arkadaşı İbrahim'le yola çıkar. Yaya olarak
Sivas, Yozgat, Çorum, Çankırı, Kırşehir köylerinden geçerek üç ayda Ankara'ya
varırlar. Bir rastlantı sonu şiiri Hakimiyet-i Milliye gazetesine verirler.
Şiir 3 gün üst üste yayımlanır. Veysel'in adı artık duyulmuştur.
Okuduğu
şiirler çevrede ilgi uyandırır, yankı yaratır. Veysel, Aşık Veysel olma şansını
yakalamıştır. Aynı günlerde Ankara Halkevi'nde bir konser verir, çok beğenilir.
Ayağında çarıkla, bacağında şalvarla geldiği Ankara'dan takım elbise ve
ayakkabıyla ayrılır:
Uzun ince
bir yoldayım
Gidiyorum
gündüz gece
Bilmiyorum
ne haldayım
Gidiyorum
gündüz gece...
Veysel'in
ikinci büyük olayı da gerçekleştirdiği İstanbul düşüdür. M. Kemal'e
duyuramadığı türküsünü mutlaka ulaştırmayı kafasına koyar. Ankara'da kendisine
İstanbul'da bulunan Radyoevine gitmesi söylendiğinde yine arkadaşı İbrahim'le
yollara düşer. İstanbul Radyoevi Müdürü Mesut Cemil kılık kıyafetlerini görünce
baştan savmak ister. Ama Veysel'i dinledikten sonra akşama programa çıkartır.
İstanbul'da bulunan M. Kemal radyodan Veysel'i dinleyince hemen ozanı bulup
getirmeleri için talimat verir.
Radyodan
çıkan Veysel Sivaslı bir kapıcının evinde konuk olarak kaldığından bulunamaz.
İkinci gün kendisini aradıklarını duyunca hemen Dolmabahçe'ye gider. Fakat
yaveri M. Kemal'le onu görüştürmez "o bir anda geldi geçti, bir daha
ararsa sizi bulurum" der. Bu olay Veysel'i çok etkilemiştir.
Veysel'in
sazı artık Anadolu'da köy köy, bucak bucak konuşacaktır. Her yere gider gelir.
1940'ta İbrahim'den ayrılıp Küçük Veysel adıyla tanınan arkadaşı Veysel
Erkılıç'la dolaşmaya başlar. 1941 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin
Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmail Hakkı Tonguç ve Bedrettin Tuncel'in
girişimleriyle Köy Enstitülerinde müzik öğretmenliğine başlar. Arifiye,
Hasanoğlan, Yıldızeli, Çifteler, Akpınar, Ladik, Gülköy öğretmen okulunda
Tonguç'un eğitim ordusuna katılarak, bir nefer gibi çalışır. Aşık Veysel'in
yaşamında ve kişiliğiyle sanatının oluşumunda en büyük etken, hiç kuşkusuz bu
köy enstitülerinde saz öğretmenliği yaptığı dönemdir.
1960'ta
Küçük Veysel ölünce oğlu Ahmet'le Anadolu'yu dolaşır. 1965'te TBMM'nin
çıkardığı bir yasayla kendisine aylık bağlarlar. 21 Mart 1973'te de
Sivrialan'da, köyünde ölür.
Aşık Veysel,
köy enstitülerinde saz öğretmenliğine başladığı 1941 yılından ölümüne dek
Türkiye'yi karış karış dolaşarak cumhuriyet ilkelerini, cumhuriyeti, laikliği
sarsılmaz bir azimle savunur. Türkülerinde işlediği konuların ağırlığını
Türkiye'nin kalkınmışlığı, çağdaşlığı, laikliği oluştururken, doğa sevgisi,
birlik beraberlik gibi diğer konular da yer alır.
"Halk
şiir geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir
köydür" diyordu Sabahattin Eyuboğlu. O'na göre Veysel halkça düşünüp
halkça konuşuyordu. Onun için herkes sevmişti Veysel'i.
Bütün
çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık
gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü'nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül
ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana
geliyordu.
"Âşık
Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı, dini bir zümreye bağlı egemen bir
karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kâinat, varlık, yaratılış
anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir" diyordu Enver Gökçe. O da
bir çok halk şairi gibi DP döneminin baskılarına uğradı. Ancak iktidara karşı
muhalif kimliği sevgi, hoşgörü, inanç ve çalışmak gibi birtakım idealist
ilkelere dayanıyordu. Yaşadığı hayat, yetiştiği koşullar, daha sonra tanışarak
içli dışlı olduğu çevrelerin de etkisiyle bir toplum eğitimcisi gibi davranan
Veysel bir yanıyla da eski halk geleneğiyle yoğrulmuş ve bunu sürdürmek
isteyen, kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkilemiştir.
İşbirlikçi
Demokrat Parti hükümetinin işbaşına gelmesiyle ozan geleneğini yaşatan,
geliştiren köy enstitüleri, halkevleri birbiri ardına kapatılmıştı. Veysel'in
köyünden ve kendinden halkına ve yurduna doğru uzanan sanatsal gelişim ve
çizgisini belirleyen de kısmen bu kıyımdan önceki koşullardı. Bu koşullarla
tanışan Veysel türkü geleneğinin özüne bağlı ama deyişleriyle gelenekten az çok
sıyrılmasını, özünden evrensel olana ulaşmasını da bilmiştir.
Buna
karşılık egemenler Bedri Rahmi'nin senaryosunu yazdığı 1952 yılında Veysel'in
hayatını anlatan filme bile sansür uyguladılar. Veysel'in yetiştiği Anadolu'nun
yoksunluğundan, yoksulluğundan, ekinlerinin bodur oluşundan utanıp bu
gerçekleri gizlemek istediler. Bir de ABD buğdaylarını gösteren kareleri
koydurdular filme. Veysel'e kör bakanlar bu koşulların doğurduğu O'nu kör eden
çiçek hastalığının varlığından utandılar...
Aşık
Veysel'in Sivrialan'dan çıkması ne bir rastlantıydı ne de bir tanrı vergisi. O
sadece Sivrialan'dan yani Söbalan'da yetişmiş ozanların bir tanesiydi. Ama
kendisini iyi yetiştirmiş ve toplumla çabuk kaynaşmıştı. Seçtiği konularla tüm
Türkiye'ye mal olmasını da bildi.
Temel
Kaynak: Bütün Yönleriyle Aşık Veysel Yaşamı Sanatı Şiirleri, Gülağ Öz, Ayyıldız
Yayınları 1994.
Tamer Uysal